MUSTAFA

MUTLAKA SEYREDİN, SONRA DA DÜŞÜNÜN…

NEDEN Mİ DÜŞÜNECEKSİNİZ?

NEDENİNİ YAZIMI OKUYUNCA ANLAYACAKSINIZ.



Mustafa filmine hemen gitmedim. Eleştirileri, övgüleri, tarafsız olmaya çalışarak her şekilde dinledim, okudum ve sonunda gidip seyrettim.
Veee….
Hayretler içinde kaldım…


Kendime yıllar önce “Gözümle görüp emin olmadan hiçbir eleştiri ya da övgünün etkisinde kalmayacağım” Sözünü vermiş olmama rağmen seyredince yine de Mustafa’ya, okuduklarımın, dinlediklerimin, seyrettiklerimin etkisinde kalarak önyargılı gitmiş olduğumu anlayıp, utandım…

Nasıl mı buldum Mustafa’yı?


Bir kere müthiş resimler izledim…
Animasyonlar bir sanat şaheseri…
Kurgulama tekniği müthiş…
Yönetmenlik ihtişamlı…
Ya müzik? İnsana o günleri yaşıyormuş hissi veriyor.

Veee… Can Dündar…


Can Dündar’ı birkaç kez ekranda, herkesin gördüğü kadar görmüşümdür.
Baştan sona Can Dündar’ın anlatımıyla izliyoruz. Hani eleştirilerden biri olan
“Mustafa Kemal küçükken medreseye gidermiş de sonunda medreseleri kapatarak intikamını almış”

Sözü var ya, işte o sözü Can Dündar söylüyor. Nasıl söylüyor? Atatürk’ün devrimleri bölümünde, Tekke ve medreseleri kapattığı kısma gelindiğinde, sesine espri tınısı katarak “Böylece Atatürk, küçükken medresede hocasından yediği dayağın da öcünü almış oldu” Diyor.

Hepimiz duymuş, eski zamanı anlatan siyah-beyaz filmlerde izlemiş, ninelerimizden dinlemişizdir ki o devirlerde hocanım ya da hoca efendinin elinde iki üç metrelik bir çıta ya da sopa olur, öğrenciler tabi yerde oturmaktalar, okuma yapan öğrenci yanlış okursa ya da haylazlık yaparsa kafasına doğru o sopa uzanır ve tık… Öğrenci de kafasına tıklatılan sopa sayesinde kendini toparlar.

Can Dündar da bu espriyi yapmış işte herkesin bunu bildiğini düşünerek.


Ama espri anlayışı kıt ya da anlamak istemeyen birileri lafı değiştirip başka yönlere çekerek, filmi izlemeyen insanların kafasını karıştırmayı amaçlıyorlar.

Gelelim bir diğer eleştiriye…


“Efendim Atatürk’ü karanlıktan korkan biri olarak göstermiş”


Yuh be… Yuh kere yuh yani…
Bu mudur seyrettiğinizi anlamak?

Vahdettin Atatürk’ün idam kararını imzalamış, işgal güçleri her yerde Mustafa Kemal’i arıyor. O ise bu ülkeyi aydınlığa çıkarmaya kararlı. Arkadaşlarıyla Anadolu’yu dolaşıp güç topluyor. Bu ülkeyi karanlıktan kurtarmaya ant içmiş. Anadolu’nun ücra bir köşesindeki odada geceleyecek. Yaveri yakalanma korkusundan gaz lambasını söndürüyor.

Mustafa Kemal işte o an şu müthiş sözü söylüyor yaverine: “Lamba yanık kalsın… Bilmez misin, ben karanlıktan korkarım.”
Işık yanınca işgal güçlerinin olası baskınından korkmayan, bunu göze alan Atatürk, karanlıktan korkacak öyle mi? Böyle anladınız yani? Valla anlayışınıza (!) hayran olmamak elde değil.

Bir başka önemli eleştiri de şu…


Efendim bu film Atatürk’ü diktatör olarak da gösteriyor


Vay be…

Yahu acaba her sinemada başka bir “Mustafa” filmi mi oynuyor? Yani Can Dündar semtine göre birer Mustafa filmi yaptı da bizim haberimiz mi yok?
Diktatör olarak gösterdiği filan yok sevgili okurlar. Atatürk kendisine suikast bile düzenleyen isyancıları bastırıyor. Kim bu isyancılar? Tabi ki yobazlar grubu…

İşte bu tür yobaz gruplara kendisini onların anlayacağı dil ile anlatabilmek için “Tek yol gösterici benim, kimse halkımı kendi peşinden karanlıklara sürüklemeye cesaret etmesin” diyerek, otoritesini göstermek için her yere resimlerini ve heykellerini koyduruyor ya da cumhuriyetciler böyle yapıyor orası belli değil. Bunun üzerine bir İngiliz gazetesi Atatürk’ün devrimlerini övüyor ama arada “Diktatör” Kelimesini kullanıyor. Hepsi bu.

Can Dündar da bunu “İngiliz Gazetesi Atatürk’ü Diktatör diye yazdı” Diyor ve hemen ardından da aynı gazetenin Mustafa Kemal dimdik ayakta olduğu halde “Atatürk Felç oldu” Diye manşet attığını da söylüyor ve gazetenin kupürünü görüyoruz.

Atatürk de bu dedikodulara kızarak ve dimdik ayakta olduğunu göstermek için Anadolu’yu gezmeye, Halkıyla birlikte olmaya çıkıyor.
Gelelim “Günde bir şişe rakı içiyor gösterilmiş” Eleştirisine.

İşte burada Can Dündar bir hata yapmış.


Buraya kadar bütün anlattıklarını yazılı belgelerle gösteriyor bize.
Ama tam bu noktada, belgesel çizgisinden çıkarak, dedikoduya yer vermiş.

Ne demiş?


Atatürk’ün sofra görevlilerinden biri, “Atatürk o günlerde, günde bir büyük şişe rakı 15 fincan da kahve içerdi” Demiş.
Ve Can Dündar da sofra görevlisinin bu dedikodusunu bize aktarıyor. “Sofra görevlisi böyle demiş” Diyerek.

E olmadı bu şimdi tabi.


Çocukluğumda koca, koca amcalar konuşurlarken duyardım;
Yahu filanca çok iyi içiyor be. Aslanlar gibi valla. Bir oturuşta bir büyük rakıyı götürüyor sonra kalkıp hiç içmemiş gibi evin yolunu tutuyor.
Deme Yahu…
Helal olsun valla…
Koç gibi bir kardeşimiz desene…


Gibi, çok içki içip de yıkılmayanı, kendini kaybetmeyeni övmeye yönelik, abartılı muhabbetlerdi bunlar. Orhan Kemal gibi halkı anlatan romanlarda da çoğunlukla geçer bu tür konuşmalar.

Ne içkinin ne de sigaranın zararlarını kimsenin bilmediği devirler. Eh Atatürk’ün sofra görevlisi de olsa, olsa ancak böyle biri olabilir.


Aklı sıra Atatürk’ü “Maşallah çok da iyi içerdi ha…” Havasında övecek. Can Dündar da bunu bize aktarıyor, gerçi cümle içinde “Sofra görevlisinin söylediğine göre” Diyor ama dememeli ve ortalığı bulandırmak isteyenlerin eline koz vermemeliydi.

İşte böyle sofra görevlisi sözünü duymazdan gelip “Bu film Atatürk’ü günde bir büyük rakı içen ayyaş olarak göstermiş” Diye laf çıkarırlar. Bu lafları duyan Atatürk düşmanları da “Bak biz biliyorduk gerçi ama artık belgeseli bile var. Atatürk günde bir büyük içen sarhoş, diktatör, karanlıktan bile korkan biriymiş” Demeye başlarlar. Hatta duyuyorum, başladılar bile. Biraz interneti karıştırırsanız rastlarsınız.

Özellikle bu laflar ne yazık ki hızlı Atatürk’cü geçinenler tarafından ortaya atılıyor. Kimileri filmi izlememiş, kimileri yazdığı Atatürk’le ilgili kitaplarının gölgede kalacağını düşünerek gazete köşelerinde, köşe sahibi değilse röportajlarda ve ekranlarda boy gösterip bu tür aptalca laflar çıkarıyorlar. İyi de seyirci gerçekten bu kadar aptal mı, seyredince böyle olmadığını görmeyecek mi?

Belki şöyle düşünüyorlardır; “ Şimdi biz bu lafları çıkarırız, bunları duyan vatandaş da kızar, böylece filme gitmez.”

Ama inanın yanılıyorlar. Seyrettiğim salon ön sıralara kadar doluydu. Çıkışta sordum görevliye “Şimdilik hep böyle ful gidiyoruz abi, tekrar gelenler var görüyorum. Bazen de film bitince bir alkış kopuyor ki sorma, ağlayan kadınlar filan, deme gitsin” Dedi.

İşte böyle sevgili okurlar. İzlemediyseniz ilk fırsatta gidip izleyin ve aman ön yargısız izleyin yoksa hayal kırıklığı yaşarsınız.

BEN HAYAL KIRIKLIĞI YAŞAMAMA RAĞMEN PERDE KARARDIĞINDA, AĞLAMAMAK İÇİN DUDAKLARIMI ISIRIRKEN BULDUM KENDİMİ.
AMA YİNE DE GÖZLERİMİN DOLMASINA MANİ OLAMAMIŞTIM.

Dostlukla kalın…